Bir sonbahar akşamı çıkıp gelsen mesela.
Çantanda iki kitap, elinde iki kahve ile…
Açtığımda kapıyı, şaşırmasam.
Ben de alıp çantamı çıksam.
Yol boyunca hiç konuşmasak, açmasak eski mevzuları.
Ben de sormam zaten merak etme, neden beni sevmedin diye.
Gelmişsin sonuçta, sorup bozar mıyım bir daha…
Yüzüme de bakmıyorsun tabii, bakma da…
Nasıl bakacaksın ki, hangi sıfatla?
Ama sen yine de aldanma somurtkanlığıma,
Aslında ağzım kulaklarımda…
Sağımdasın, bilerek almadım seni soluma.
Orası bile çok dargın sana…
Çok uğraştı seni ordan atmak için,
Bir daha kolay kolay kabul eder mi seni hiç oraya?
Anı bozan bir şeyler var, bir dakika…
Bir yerlerden çok tiz ve her tekrarlandığında yükselen bir ses geliyor kulaklarıma,
Sen de işitiyor musun?
Bakıyorum sana,
Aynı ifadeyle yürüyorsun hala, demek işitmiyorsun…
Olmuyor, bu sefer de etrafa bakıyorum usulca.
Kimse yok, cadde boş ve ses yakında değil, derinlerden geliyor.
Açıyorum gözlerimi, güneş çoktan doğmuş.
Ama pencereden içeriye sızan ışık sarı değil.
Her yer gri, gökyüzü oldukça kasvetli.
Kalkıyorum yataktan ve gidiyorum mutfağa.
Bir su koyuyorum acilinden ocağa.
Çünkü ayılmam, uyanmam lazım senden.
Köşedeki sigara paketini alıp, yakıyorum bir tane.
Ciğerim yandı tabii, sigara da ne ki…
Bak, yine girdin rüyama ama tek bir kahveye bakıyor ayılmam.
Yani kendini bir şey sanma.
Benim kahvem çoktan hazır…
Yorumlar