Dünyanın neresinde olursan ol, hangi şartlarda yaşamaya çalışırsan çalış, ruhunun tam ortasından yaralandığında hepimiz eşit oluyoruz.
Ortak bir dili konuşur gibi, gözyaşları bulutların üstünden kentlere, köylere düşüyor.Kimseye anlatamadığımız bu yaralar, kanserli hücre gibi dağılır tüm benliğimize.
Önce ruhumuzu, sonra masumiyetimizi, ardından iyiliğimizi, mutluluğumuzu, umudumuzu… Ne varsa, hepsini kemirir.
Kararmış havalar ve geceler tek nefes aldığımız yerdir artık. Sessiz intiharın fısıltısı duvarların arasında dolaşır durur. Gözlerimiz, gökyüzündeki yıldızları göremeyecek kadar puslanmıştır. Azap içindeki ruhlarımızı, bir giyotin ile ortadan ikiye ayırmak isteriz.Alışamadık. Anlaşamıyoruz bu dünyayla. Dilenci gibi anlayış ve sevgi kırıntıları toplamaya çalışıyoruz insanlardan. Ama onların açgözlülüğü yüzünden, bir tutam sevgiye karşılık, hep bir parçamızı söküp alıyorlar bizden.Istıraplı düşünceler ayaklarımıza zincir olmuş, küllerin üzerinde yürümeye çalışıyoruz. Felaketlerimiz enkaz oluyor üzerimizde. Her kurtuluş çabası biraz daha ağır, biraz daha yok oluş. Terazisi kantarını çoktan kaybetti hayatın.
Kaybedeceğimiz savaşlara girmekten yorulduk. Eskimiş, hisli ve yaslı harabe evler gibiyiz artık. Bağrımız, yağı tükenmiş eski gaz lambaları gibi; ışık vermeye mecali kalmamış.
Yavaş yavaş sönüyoruz. Bizim gibi.O kadar çok yalan işitti ki kulaklarımız, artık bir tek ölümün yalan söylemeyeceğini biliyoruz. Sarhoş yalnızlıklarımızdan, hakikatin uzağında nasırlaşmış ruhlardan, çöplüğe dönmüş ihanetlerden ve yaralarımızdan… Bizi belki de son sigaramız kurtarır.Çelikten sözlerimizin ve sarsılmaz duruşumuzun ardında; fırtınalar, yangınlar, çığlığı duyulmayan bir ruh saklıdır. Saatler, günler, aylar, yıllar… Hepsi anlamını yitirdi. Müebbet hapis yatan için zaman neyse, bizim için de artık o.
Ama biliyoruz, elbet bir gün…
Her şey bittiğinde biz de güleceğiz.
Yorumlar