Bir yara açılırsa, bin yara aç diye işlenen hiçbir ruh büyüdüğünde bile kimseye yara açamaz, aksine kendisine yara açıldığında o yarayı saracak gücü bile kendinde bulamazdı.
Bir ev, bir yuva.
Bir ev, hiç yuva.
Evin yuva olmasını sağlayan içindeki yaşam çığlıklarıydı. Yuva olacak kadar olgunlaşmamış, henüz meyvesini gözyaşlarıyla besleyen yemek tabakları kırılırken o çığlıklar seslerini keser ve içine içine hıçkırmaya başlardı.
O hıçkırıklar bir damla benzindi.
O gözyaşları bir bidon benzindi.
O ev yanıyordu.
Sıcağı sevmeyen, yangından korkan küçük ruhun sahibi kendisiyle birlikte o evi ateşe vermişti. Belki, belki çocukluğum yaşasaydı bunlar olmazdı dedi kendi kendine.
Ev kül oldu, evdekiler olmadı. Evdekiler onun içindeydi. Evdekiler onun zihnindeydi, evin ta kendisiydi.
Vücudu yanık içinde kaldı, üflemedi. Üfleyecek birisini bulamadı. Üflese de geçmezdi. Üfleyecek nefes onu daha çok yakacaktı, biliyordu. O her şeyi biliyordu.
Bir çatının altında buluşmak bir yuva demek değildi.
O, içinde yarattığı yuvanın içindeydi. Şimdi yanan evin içinde, kül olmuş anıların üzerinde geziniyordu.
Bir yuva, çok ev.
Bir yuva, bir insan.
Elindeki benzin dolu bidonla vücudu zangır zangır titrerken, ruhu ur içindeyken başından aşağı buz gibi suyun döküldüğünü hissetti.
Artık başından aşağı kaynar sular dökülmüyordu, zaten ateşin içindeydi.
Zaten yanıyordu, zaten küldü.
Yanan bir beden daha ona su tutuyordu. Aynı evdeler, aynı harabedeler ve aynı enkazın altındalardı ama birinin elinde benzin vardı diğerinin elinde ise su.
Yanıyorlardı.
Birisi kendini yakıyordu, birisi onun için yanıyordu.
Birisi onu söndürmeye çalışıyordu, birisi suyu boşa harcadığını düşünüyordu.
Boşa harcıyor, dedi içinden.
Ateş zaten benim içimde. Ateş benim.
Beni benim içimden nasıl söküp söndürecek?
Yorumlar