İçerik Resmi

Zamansız Ama Ölümlü


favorite 3 visibility 21 bookmark 0


Sıkışıp kalmış hissediyordu. Klişe bulduğu şeyleri yapmaktan pek hoşlanmazdı aslında, o yüzden biraz duraksadı. Sonra bazı klişelerin neden defalarca ve defalarca yinelendiğini anlayacak kadar daha sıkışıp kaldı. Anlayıp hak verdikten sonra da bir eliyle kravatını çekiştirerek genişletti. İzlediği filmlerde her bu sahneyle karşılaşmasında neden kravatı düzgünce çıkarmazlar ki diye düşünürdü. Dahası, ruhsal bir  bunalmanın bir kravat çıkarmayla geçebilecek olmasını manasız bulurdu. Ama şimdi anlamıştı. Öyle daralmış öyle bunalmıştı ve yapabileceği öyle hiçbir şey yoktu ki, vücudu alarm veriyordu sanki. Beyninin ‘’hemen bir şey yap’’ komutunun ilk aşamasıydı demek, çekiştirerek kravat çıkarmak. Çekiştirme detayı da anlamlı geliyordu şimdi. Ruhsal acıyı fiziksel acıya çevirip beynine bir şok etkisi yaratmaktı sanki amaç. Biraz duraksadı. Ortaokul muydu hatırladığı yıllar yoksa ilkokul muydu? İlkokuldayken bu kadar teknik bilgiyi kendilerine yüklerler miydi acaba? Aslında bu anlamsız sorular kendini oyalamak içindi, bir insan nasıl kendisini bile aldatmaya çalışabilir ki diye düşündü bunu fark edince de. Eh, kendisini oyalama amacı kötü niyetli değildi ama. Hatırlayamadığı bir bilgi yüzünden kendisine mahcup olmuştu.  ‘’Fiziksel enerji mekanik enerjiye dönüşür’’ düşündü biraz üstüne. Yok olmadı böyle değildi. ‘’Kimyasal enerji mekanik enerjiye dönüşür’’. Bu bilgi ne işime yarayacak şimdi, diye düşündü biraz da. Biraz da onların devamında getirdiği sorunları düşündü. Çünkü insan böyle bir varlıktı. Asıl düşünmesi gereken şeylerden kaçarken başına bin türlü dert daha açan bir varlıktı. Oh, dedi en sonunda, demek ki ben bir varlığım. Peki gerçekten var mıyım? Buna verecek cevap bulamayınca zihni bir anlığına sustu. Kendi kendini yenmenin galibiyetini kutladı. Ulan amma da tuhaf adamım dedikten sonra da üzüntü aşamasına geçti. Cevaplayamadığı bir soruyla karşılaşmıştı çünkü. Canı sıkıldı iyiden iyiye. Bir ağacın altında oturmuş insanları seyrediyordu. Gülümsemeden edemedi. Deniz kenarında değilim, ıssız bir tepede değilim, şehrin dışından ışıkları da seyretmiyorum, demek ki o kadar da klişe bir yalnız değilim, sıradışı bir yalnızım fikriydi onu gülümseten. 

Güzel bir parktaydı. Etrafta bir sürü çocuk koşturuyordu. Anneleri de peşlerinde onları takip ediyordu, yüzlerindeki gülümsemeyle. Az ileride bir adam simit satıyordu. Simit kokusunun onu alıp çok uzaklara götürmesine izin verdi. Çocukluğuna değil, hiç bilmediği zamanlara. Bazı yiyeceklerin üzerinde böyle bir etkisi oluyordu. Aslında sadece yiyecekler değil, bazı şeyleri öyle çok romantize ediyordu ki, içinde oluşan duygu yoğunluğunu birilerine anlatsa kendisiyle dalga geçmelerinden korkuyordu. Her simit kokusu buna sebep olurdu, gözlerini kapatır içine derince bir kez daha çekerdi kokuyu. İçi dolar taşardı devamında. Sıcak bir aileyi anımsatırdı bu koku. Sıradan bir yiyecek değildi çünkü. Çarşıya çıkınca acıkan her çocuğun en büyük hayalini anımsatırdı. Otogardaki acı dolu vedalaşmaların eşlikçisiydi bu koku. Sabahın ilk ışıklarında, fırıncının yüzündeki yorgun ama tatlı gülümsemeydi. Simite baktığında sadece bakıp geçebilmeyi dilerdi. Sonra sahlep geldi aklına, romantize etmeyi en sevdiği şeylerden birisi de oydu. Mutlaka beyaz porselen bir fincanda içilmeliydi sahlep. Çok fazla içerek aşırıya kaçılmamalıydı, tadına daha doymadan, biraz daha fazlasını arzu ederken son yudumu tatmalıydı dudakları. Lezzetin doyum noktasının, birazcık daha fazlasını arzu ettiği anda saklı olduğuna inanıyordu. Böylece hiçbir zaman bıkmazdı, sevdiği hiçbir şeyden. Tarçınsız bir sahlep içmektsen o kışı sahlepsiz geçirmeyi yeğlerdi. Ah, bir de doğru yerde içilmeliydi. Mutlaka dışarıda bir yerde içerdi, evde sıradan bir iş yapar gibi öylece içemezdi ya. Geniş pencereli, pencerenin önünde de uzun ağaçların olduğu bir yerde içmeliydi. Ağaçsız hiçbir yerde huzur bulunamayacağına dair kodlamıştı beynini, ta küçüklük yıllarından. Ama yine de ağaçsız, kurak topraklarla çevrili yollarda uzun araba yolculukları yapmaya da bayılırdı. Tezatlıkları bağrına basmak, dünyadaki en sevdiği şeylerden birisiydi.

Daha yaz ayındaydı, sahlep içemezdi. Çok yakın zamanda simit yemişti, bir daha yiyemezdi. Yola ise çıkacak gücü yoktu. Yeterince yalnız, yeterince üzgündü. Elinde olana mutlu olmayı beceremezdi zaten hiç. Hep olmayanı arzulardı. Olunca da, olmayan diğer şeyleri arzulardı. Ve hep düşünürdü. Yalnızca düşünürdü.

Önerilen Yazılar

Article Image

Kadın Kimliğinde Beauvoir Etkisi


favorite 1 visibility 7 bookmark
Article Image

TILSIMLI SARAY


favorite 1 visibility 5 bookmark
Article Image

Bir Mevsimin Unutuluşu


favorite 6 visibility 22 bookmark
Article Image

Kalbimin Sessiz Kelimeleriydi Gözyaşları


favorite 1 visibility 22 bookmark

Yorumlar