Bazen bir tren değil, bir hayat geçip gider.
“Treni kaçırmak kolaydır.”
Ne zaman duydum bu cümleyi ilk kez, hatırlamıyorum. Belki bir film repliğiydi, belki de sabah koşuşturmasında peronun kenarında mırıldanılan bir iç ses. Ama son zamanlarda, bu basit cümle kulağımda çınlayıp duruyor. Hem sıradan hem dokunaklı. Gülünç denecek kadar gündelik, ama düşündükçe iç yakan cinsten.
Bir treni kaçırmak gerçekten de kolay. Beş dakika geç kalkarsın, yolda trafik olur, bilet almayı unutursun. Sebep çoktur ama sonuç birdir: o tren gider.
Ama ya o tren… bir araç değil de bir ansa? Ya da bir fırsat? Belki de hayatının seyrini değiştirecek bir karar? O zaman işin rengi değişiyor.
İnsan bazen bir şeyleri kaçırdığını yıllar sonra anlıyor. Tam da her şey yolundaymış gibi göründüğü bir anda geliyor o fark ediş: "Ben orada bir treni kaçırmışım."
Ve bu farkındalık, bazen yolculuktan daha sarsıcı olabiliyor.
Zaman ve Fırsatlar Üzerine
Zamanı yakalamak, hepimizin dilinde ama kimsenin tam anlamıyla başaramadığı bir şey. Zaman, elimizden kayan bir ip gibi; ne kadar sıkı tutmaya çalışsak da kayar gider.
Bir trenin kalkış saatiyle, hayatın bize sunduğu fırsatların zamanı birbirine benzer: kısa, kesin ve çoğu zaman geri dönüşsüz.
Düşünüyorum da… kaç kez “daha sonra yaparım” dedim? Kaç defa “daha hazır değilim” bahanesinin ardına sığındım? Belki o hazır olmadığım an, asıl olması gereken andı.
Kierkegaard şöyle der: “Hayat ancak geriye dönüp bakıldığında anlaşılabilir; ama ileriye doğru yaşanmak zorundadır.”
Ne acı ki tren kaçtıktan sonra öğreniyoruz bazı şeyleri. Ve işin kötüsü, o kaçan trenin nereye gittiğini asla bilemiyoruz.
Hazır Olmayan Ruhlar İçin Gelen Trenler
Belki de bazı trenleri kaçırmak kader değil, bilinçli bir tereddüt. Çünkü bazen insan bir şeye hazır olmadığını düşünür ve bu düşünce, hareketsizlik yaratır. Ama gerçekten hazır olmak diye bir şey var mı? Yoksa o da bir illüzyon mu?
Hazır olmak çoğu zaman bir bahanedir. Bir şeylere cesaret edemediğimizde onu “hazır olmamak” kılıfına sokarız. Oysa bazı trenlere ancak bindikten sonra hazır oluruz. Gittikçe, ilerledikçe, bilmediğimiz şehirleri geçtikçe...
Peronda Kalanlar
Trenin içinde olanlar vardır. Ve bir de peronda kalanlar.
İçeridekiler yol alır; bazıları gidecekleri yerden emindir, bazılarıysa sadece kaçmaktadır. Ama peronda kalanlar başka bir hikâye taşır.
Bazıları bilinçli kalır: “Bu tren bana göre değil,” der.
Bazılarıysa geç kalır, acele eder, çırpınır ama yine de yetişemez.
Ve bazıları… hiçbir yere ait olmadığını düşündüğü için kalır. Sessizce. Kimseye belli etmeden , elini cebine saklayarak, gözlerini yere indirerek.
Bazen durakta kalmak, en büyük cesarettir. Ama toplum hep yolda olanı över. Gidenler “cesur”, kalanlar “korkak” sayılır. Oysa kimse sormaz: Ya o tren yanlış trense?
Kaçan Trene El Sallamak
Kaçırılan her şey bir tortu bırakır.
Bir şehrin içine sinmiş bir koku gibi, ayrıldığın birinin yastık izi gibi…
Kaçan trenin camında kendi yansımanı görürsün bazen. “Orada ben olmalıydım,” dersin. Ya da “İyi ki değilim.”
İnsan sadece fırsatları değil, bazen kendini de kaçırır.
Olabileceği versiyonu, başlayabileceği hayatı, kurabileceği cümleyi…
Beklemek de Bir Haktır
Her kaçırılan tren, bir son değildir. Ama her bekleyiş, bir soru işaretidir.
Kaçırdıklarımız kadar beklediklerimiz de belirler bizi.
Bazen “hayatımın fırsatıydı” dediğin şey, seni senden alıp başka bir yere götürecekken... kaçırdığın için aslında kendini korursun.
Bazen de gitseydin, gerçekten yaşardın.
O yüzden bu yazıyı tek bir öneriyle bitirmek istemem. Ne “her fırsatı değerlendir,” ne de “treni kaçırmak kötü değildir” gibi sıradan cümlelerle.
Ama belki şunu diyebilirim:
Her tren bir yere gider.
Ama her yolculuk sana ait değildir.
Yine de bazen sırf yola çıkmak için binmen gerekebilir.
Sen hangi perondasın?
Yorumlar