Ahşap çekmecenin en dibinde, unutulmuş bir köşede duruyordu o eski takvim. Sararmış yapraklarının her biri bir nefes, bir anı, bir fısıltı gibiydi. Onu ilk bulduğunda sadece bir eşya sanmıştım. Hatta atmak istemiştim. Ama zamanla anladım ki o, yaşanmışlıkların, umutların ve sessiz vedaların şahidiydi.
Her yaprak bir damla gözyaşı
İlk dokunduğum yaprak, nisan yağmurlarının hüznünü taşıyordu. O gün, bir ayrılık yaşanmıştı bu evde. Pencereden süzülen damlalar, kalbin çatlaklarına sızmış, her biri bir ağıt olmuştu. Takvim yaprağı, o günkü göğün rengini almıştı, sanki gri ve kasvetli. Kenarında minik bir leke, kurumuş bir gözyaşının iziydi belki de. O yaprağın üzerinde, "unutulmaz" yazılıydı. Kimin unutmamasını istediğini merak ettim. Ayrılığın getirdiği acının mı, yoksa ayrılanların mı?
Yaz Rüzgârı ve Neşeli Kahkahalar
Bir sonraki yaprak, temmuz sıcağını soluyordu. Güneşin yakıcı öpücüğüyle tenlerin bronzlaştığı, denizin tuzlu kokusunun havaya karıştığı bir gündü. O yaprakta, denizin maviliği vardı. Üzerinde hafifçe bükülmüş köşeler, kum taneleriyle dans etmişti, sanki. Güneşin batışını izlerken söylenen şarkıların yankısı, yaprağın liflerine işlemiş gibiydi. O yaprak, "gülüşler" diye fısıldıyordu. Kahkahaların, dostlukların, belki de ilk aşkların omuz omuza yaşandığı bir zamandı.
Sonbaharın Fısıltısı ve Hasretin Kırmızı Tonu
Sonbaharın ilk günlerinden bir yaprak çekti beni. Yapraklar sararmış, yeryüzüne bir halı gibi serilmişti. O yaprak, kurumuş bir akçaağaç yaprağının rengini almıştı. Kırmızı ve kahverenginin bin bir tonu… Üzerinde belirsiz bir mürekkep izi, sanki aceleyle yazılmış bir notun gölgesiydi. Yaprağın köşesi yıpranmıştı, belki de bir elde defalarca tutulmuş, avuç içinde sıkılmıştı. Hasretin, özlemin, bir türlü söylenemeyen kelimelerin ağırlığı sinmişti o yaprağa. "bekleyiş" yazıyordu, silik harflerle. Kim kimi bekliyordu? Gideni mi, yoksa hiç gelmeyecek olanı mı?
Kışın Sessizliği ve Umudun Kar Beyazı
En sondaki yaprak, bembeyazdı. Kışın ilk karının düştüğü bir gündü belki. Her yer sessizliğe bürünmüş, dünya bir tül perdenin arkasına saklanmıştı. O yaprağın üzerinde hiçbir iz yoktu. Tertemiz, lekesiz. Tıpkı yeni bir başlangıç gibi. Hiçbir anı barındırmıyordu, henüz yaşanmamış bir günü temsil ediyordu. Ama o beyazlıkta bile bir umut vardı. Yeni bir sayfa açma, yeni bir hikâye yazma umudu. O yaprak, "yarın" diye sesleniyordu. Belki de en güçlü mesaj buydu; geçmiş ne olursa olsun, önümüzde hep yeni bir yarın vardı.
Takvim yaprakları, sadece günleri değil, ruhları da taşıyordu içinde. Her biri, bir duygunun, bir olayın, bir sessizliğin şahidiydi. Çekmecenin dibindeki o takvim, sadece eski bir eşya değil, zamanın kendisiydi. Ve ben, o takvim yapraklarının fısıltılarını dinledikçe, hayatın ne kadar da karmaşık, bir o kadar da sade olduğunu anladım. Bir takvim yaprağı daha çevirdim, bu kez kendi geleceğime dair bir boşlukla.
Sizce de takvimler, sadece günleri değil, yaşanmışlıkları da mı anlatır?
Yorumlar