Akmerkez’in karşısındaki duraktan otobüse bindim. Trafik vardı, gıdım gıdım ilerliyorduk. Yayalar bile bizden hızlıydı ve benim hiç acelem yoktu. Arkaya doğru ilerledim, iki boş koltuktan pencere kenarı olana oturdum. İstediği kadar sürebilirdi yol, bekleyenim yoktu, başımı arkaya yasladım, hafifçe kaykıldım. Yüklerini boşaltan bulutlar aralandı. Gökdelenlerin arasında kaybolan kuşları tekrar görününceye kadar bekledim. Toprak kokuyordu hava, yağmur ve bahar.
“Annen babana hiç kızdı mı?”
“Ben bazen kızıyorum da, bu yaştan sonra diyorum, sana mı kaldı memleketi kurtarmak.”
Üç yaşındaymış babasını aldıklarında, beş yıl kalmış içerde, ağlarmış, gitmek istemezmiş cezaevine.
Ben de gitmek istemiyorum.
Tel örgülerin arkasına, babasının kucağına verirmiş jandarma abiler ama o korkarmış.
Artık tel örgüler yok, camdan bir duvar, iki kara telefon.
Babası çıkar çıkmaz askere çağırmışlar, iki yıl da o sürmüş. Üçüncü sınıftaymış üçü bir araya geldiğinde. “Düzenimiz bozuldu,” diyor, “iyiydik biz öyle ana-kız.”
Görünmez bir el sırtımı sıvazlıyor. Hayra alamet gibi bir leylek havalanıyor Güney’e, kiraz ağacına üç kere düğüm atıyorum gelsin, düzenimiz bozulmasın diye.
Yorumlar