İçerik Resmi

BOLKARLARDA BİR GÜN


favorite 0 visibility 5 bookmark 0


            Kamp, insanın doğadaki saltanatıdır. Çadır, kapısı huzura açılan doğadaki evdir. Küçük bir çadırınız varsa her yer sizindir. En güzel sahiller, masmavi denizler, sonsuz ufuklar, yemyeşil ormanlar, dağlar, yaylalar, göller, nehirler, dolunaylı geceler, yıldızlar, meteor yağmurları, eşsiz günbatımı manzaraları... En pahalı, en lüks evlerde bile sadece tek manzarayı görürsünüz. Ama bir çadırınız varsa her macerada farklı bir manzaraya kapı açabilirsiniz. İnsan doğada var olur, doğada yaşar, doğayla iyileşir. Özellikle günümüzde taş binalar, kalabalık insanlar, kirli hava, sağlıksız gıdalar, kimyasallar ile çevrili bir hapishanede yaşıyoruz. Her şeyin insan doğasına ve yaşamına aykırı olduğu öyle bir zamanda doğayla baş başa kalabilmek insanın deyim derindeyse fabrika ayarlarına dönmesi demek. Tabi yaşadığımız çağda insanın kendine zaman ayırabilmesi artık lüks oldu. Ben de her fırsatı değerlendiren,  sıkça kamp, tırmanış, bisiklet parkuru, kayak, yüzme, doğa yürüyüşleri yapan bir doğasever olarak sizleri şimdi Orta Toroslar dağ silsilesinin bir kısmını oluşturan Bolkarlara götüreceğim. Dolunayla kucaklaşmak, bin yıldızlı otelde uyumak, bulutların üzerinde kahve içmek, buzul göllerinde yüzmek,  meteor yağmurlarını en sevdiğiniz şarkıların eşliğinde izlemek için gelin üç gün süren Torosların incisi Bolkarlara gidelim. 

            Çukurova'yı kasıp kavuran bir ağustos günü can dostum Murat ile düştük yollara. Birçok yerde yüzlerce kamp yapmıştık daha önce. Denizler, sahiller, koylar, ormanlar, kırlar, nehirler, göller... Ama bu yüksek rakımlı dağlarda yapacağımız ilk kamptı. Bu yüzden zirvelerin heyecanı sarmıştı ruhumuzu. Çam ormanları içinde ilerlerken bir yandan da kahvemizi yudumladık. İki buçuk saat yol gittikten sonra Meydan yaylasına vardık. Burada bizi doğada başıboş olarak gezen yılkı atları karşıladı. 2400 metre rakımlı bu yaylada ağaç ve yerleşim yeri bulunmuyor. Zeminden çıkan buz gibi bir kaynak suyu var. Burada çadırlarımızı kurduk. Önüne şemsiye ve masamızı yerleştirdik. Dağ manzaralı kahvelerimizi içtikten sonra çadırlarımıza geçip biraz kestirdik. Sonra sırt çantalarımızı hazırlayıp parkurlara başladık. İlk parkurumuz Karagöl’dü.  2600 rakımda bulunan bir buzul gölü olan Karagöl’e ulaşmak için yerçekimine karşı bir saatlik bir parkuru yürümek gerekiyordu. Daha önce yürüyen dağcıların bıraktığı izlekleri ve işaretleri takip ederek patikadan yürüdük. Yol yorucu olmasına rağmen havanın serinliği, nemin olmayışı ve spor konusunda kondisyonlu oluşumuz bu yoruculuğu törpüledi. Bir saatlik yürüyüşün ardından karşımıza çölde bir vaha gibi Karagöl çıktı. Aman Allah’ım, bu ne güzellik böyle! Muhteşem bir doğa harikası gölü görünce tüm yorgunluğumuzu unuttuk. Sık sık güneşin önünü kapatan bulutlar da bize kolaylık sağlamak adına sözleşmişlerdi sanki. Batonları, çantaları gözlük ve şapkaları bir kenara koyup gölü turladık. Gölün etrafında çimenler hasır oluşturmuş. Murat çantasından bir piknik örtüsü çıkarıp gölün kenarına serdi. Üzerine yiyecek içeklerimizi koyup göl manzaralı mini bir piknik yaptık. Sonra vücudumuzu Karagöl’ün serin berrak sularına bıraktık. Yarım saat kadar Torosların zirvesinde 2600 rakımda yüzmenin hazzını yaşadık. Sonra toparlanıp buradaki doğal kaynak suyundan sularımızı tazeleyip ikinci parkurumuz olan Çiniligöl için düştük yollara. 

            Yaklaşık 40 dakikalık bir parkurun ardından ulaştık Çiniligöl’e. Masmavi, berrak suyuyla taş cennetinin içinde ışıl ışıl parlayan bir yakut gibiydi. Bu gölün etrafında bitki örtüsü bulunmuyordu. Maviliği büyüleyiciydi. Gölün üst kısımlarında kar kütleleri görülüyordu. Dünyada sadece Toros dağlarında bulunan Toros kurbağasının yaşam alanı olan göl bakanlık tarafından koruma altına alınmış olup zarar verilmesi durumunda para cezası uygulanmaktadır. Bu kurbağaların en önemli özelliği sessiz oluşlarıdır. Kurbağaları inceleyip bolca fotoğraf aldık. Gölün plajı andıran kenarına gidip ayaklarımız suya değecek şekilde oturduk. Murat’ın güzel bir sesi vardı. Müzikle ilgileniyordu. Orada ruhumuzu okşayan bir uzun hava okudu dağlara çarpıp yankılanan sesiyle: 

“Akşam olur gölgelenir kayalar
 Sürüler çekilir uyur ovalar
 Dertli kaval dertlerimi oyalar
 Sesime ses verir dumanlı dağlar”

 

            Göl manzaralı kahvelerimizi içtikten sonra Çiniligöl’ün soğuk sularına bıraktık kendimizi. Suyu Karagöl’den daha soğuktu. Yumuşacık berrak bir suyu vardı. Yüzmesi o kadar zevkli ki… Gölden çıkmayı hiç istemesek de zaman daralıyordu. Macera, adrenalin dolu zirve parkuru bizi bekliyordu. Sırt çantalarımızı yüklenip aldık batonlarımızı elimize Pilottepe’nin yolunu tuttuk. 

            Pilottepe 3000 rakımda, göllerin en yüksek noktasını oluşturuyor. Yukarıdan her iki gölü de kuşbakışı görmek mümkün. Yolu biraz daha dik ve zorlu. Göl suyunun tenimizde bıraktığı serinlik ile çıkmaya başladık. Rakım yükseldikçe azalan bitki örtüsüne inat kayaların kuytu köşelerinde bahar çiçekleri karşıladı bizi. Bahar çiçekleri içinde biraz mola verip sularımızı yudumladıktan sonra devam ettik. Artık patika belirginsizleşiyor, yolumuza dağcıların bıraktığı “baba” adı verilen izlekleri takip ederek devam ediyorduk. Yükseldikçe Çiniligöl küçülüp bir kase su gibi kalıyor ayaklarımızın altında. Derken kar kütleleri çıktı karşımıza. Ağustos ayında Çukurova kavrulurken kartopu oynamak ve karda kaymak ayrıcalıktı bizim için. Murat burada küçük bir kaza atlattı. Kar kütlesi yamaçta yukarıdan aşağı doğru konuşlanmıştı. Yazdan kalma olduğu için sertleşmişti. Murat yukarıdan aşağıya doğru kaydı ve kar kütlesinin bittiği yerdeki kayalara çarptı. Neyse ki birkaç sıyrık dışında daha ciddi bir durum yaşanmadı. Yolumuza daha dik yamaçlardan ve irileşen kayaların üzerinden devam ettik ve Pilottepe’ye vardık. Bölgenin en yüksek noktası burası olduğu için her yer ayaklarımızın altında kalıyordu. Tarifi imkansız bir hazzı yaşıyorduk. Manzara mükemmeldi. Hasan Dağı, Erciyes Dağı, Aladağlar… Hepsi aynı anda karşımızdaydı. Karagöl ve Çiniligöl aynı anda kuşbakışı görünüyordu. Zirvede Türk bayrağı tişörtlerimizi giyip bayrak açtık. Rüzgarın şiddetiyle gökyüzünde bayrağımız dalgalanırken İstiklal Marşı’mızı okuduk yüreklerimizin ta içinden gelen bir sesle. Dağlar taşlar inledi, sarp kayalar sesimize ses verdi. Karagöl kenarında çadır kuran kampçıların alkış sesleri yankılanmaya başladı. Tarifsiz duygular eşliğinde zirvenin tadını çıkarttık. Zirve manzarası eşliğinde mini bir piknik yapıp kahvelerimizi yudumladıktan sonra dönüş için yola düştük. Kayaların arasında bir deniz kabuğu buldum. Simdi bana sorabilirsiniz dağların zirvesinde deniz kabuğunun ne işi var diye. Toros dağları orojenik hareketler neticesinde deniz tabanından yükselerek oluşmuş kıvrım dağlarıdır. 3. Jeolojik zamandan kalma bu deniz kabukları bu yüzden çok değerlidir. Fosil ayarındaki bu deniz kabuğunu ömrümün sonuna kadar saklayacağım bir hatıra olarak bir peçeteye sarıp çantamın zarar görmeyecek bir bölümüne koydum. Dönüş yolunda Karagöl’ü geçince binlerce keçiden oluşan bir sürü ile karşılaştık. Gözün alabildiği kadar geniş bir alanı kaplıyordu. Çan sesleri meleme seslerine karışıyordu. Bir kayaya oturup soluklanırken bir yandan da sürünün geçişini izledik. Terapi gibiydi.

            Çadıra geldiğimizde güneş ufka varmış, kızıllığı dağlara yansımıştı. Hava birden soğudu. Üzerimizi değişip montlarımızı, atkımızı, beremizi, eldivenlerimizi giyip sandalyelerimize oturup dinlendik. Güneşin kızıllığı dağları doruklarından terk ederken üzerimize günün yorgunluğu çöktü. Hava karardı ve soğuk iyice arttı. Kaynayan çayın ve fenerin ısıttığı çadıra geçip akşam yemeğimizi yedik.  Gün içinde çektiğimiz fotoğraflara bakarken tatlı bir dost sohbeti eşliğinde çaylarımızı yudumladık. Ardından uyku tulumlarımıza girip gözlerimizi kapattık. 

            Toros Dağ silsilesinin orta kısmını oluşturan Bolkarlarda muhteşem bir yaz kampı geçirdik. 2500/3000 rakımda geçirdiğimiz doğayı tam anlamıyla iliklerimize kadar hissettiğimiz ve tadına asla doyamadığımız o eşsiz anları kalemden kağıda dökmeye çalıştım. Toroslar, Bir günde dört mevsim yaşayacağınız, deyim yerindeyse insanı fabrika ayarlarına döndüren bir coğrafya. Bolkarlar dünyada sessiz kurbağa olarak da bilinen Toros kurbağasına ev sahipliği yapan tek yer. Aynı zamanda burası sadece Türkiye'de yetişen üç bine yakın endemik bitki türünün yüzde onunu barındırıyor. Bu yüzden çok değerli ve özel bir konum. Bir gün tatil rotanızı dağlara doğru çevirir, dağların büyüsüne kapılmak isterseniz eğer Orta Torosların incisi Bolkarları mutlaka keşfedin. Burayı ziyaret ederseniz de geride sadece ayak izlerinizi bırakmanızı söylememe gerek yoktur umarım.

            An gider anılar kalır. Bir çanta dolusu anı ile döndüğüm kamp maceramı bu satırlara sığdırmaya çalıştım. Keşkeler değil, anılar biriktirin. Günleri saymayın, sayılmaya değer günler yaşayın. Günler koşup gidiyor. Yapacak çok iş, gezip görecek çok yer var. Ömür kısa, vakit dar. Doğayla kalın, doğal kalın. Başka bir seyahatte görüşmek dileğiyle.

 

 

KENAN GÜLTEKİN
TÜRKÇE ÖĞRETMENİ

Önerilen Yazılar

Article Image

Takvim Yaprakları


favorite 0 visibility 0 bookmark
Article Image

Ne ses var ne soluk (GAZZE )


favorite 4 visibility 6 bookmark
Article Image

İlyas'ı Değil Cemşit'i Seçtim Bugün


favorite 1 visibility 6 bookmark
Article Image

Kalbimin Sessiz Kelimeleriydi Gözyaşları


favorite 1 visibility 17 bookmark

Yorumlar