İçerik Resmi

CENNET ANA VE KARIN AĞRISI OĞLU


favorite 0 visibility 0 bookmark 0


Sabahın ilk ışıklarında tahta kapı çok sert biçimde 4 defa yumruklandı. Ev halkı üzerindeki yorganlardan sıyrılıp gözlerini ilk olarak kapıya dikti. Oğlu, Cennet Ana’nın gözüne bakıyordu ama Cennet Ana ona bakmıyordu. Yediği boku biliyordu çünkü. Ayağı kalktı ve kapıyı açıp Jandarma’ya eliyle oğlunu gösterdi. Hiç konuşmadı bile. Oğlunun ellerinde kelepçe ile çıkışını izlemedi. Kapıyı kapattı. El yapımı halı ile tahta zeminin buluştuğu noktaya gözyaşı düştü. Peki ne olmuştu?

Oğlu askere gitmişti. “Yılmaz Kırık, Malatya Emret Komutanım!” Askere gitte adam ol demişlerdi. Ancak adamın ruhunda olmak yoksa götüne orduda girse olmayacaktı adam. Kendisi gibi fırıldak üç arkadaş vardı. Birisi telefoncu, diğeri muavin, diğeri de garsondu. Yılmaz ise sanayidendi. Bölükte bir Jitem edasıyla diğer askerleri dolandırıyorlardı. Askerlik bitti ama ne yazık ki arkadaşlıkları bitmedi. 

Köyleri ilçeye yirmi dakikaydı Yılmaz’ın. Orada bir yazıhane tutmuştu. Dört arkadaş büyük paraya ulaşmanın planlarını burada atacaktı, diğer üçünün planı sadece bir hafta kalıp memlekete dönmekti. Ama öyle olmadı. Yurtdışından ucuz ürün getirip satıyorum diyerek etrafını dolandırma, telefonla arayarak dolandırma, sahte köy ürünleri, ölçüde ve tartıda hile gibi birçok ahlaksızlığı bünyelerinde barındırıyorlardı. 

Kendi aralarında yaptıkları işleri överlerlerdi ve yaptıkları bütün işlerde yüzlerinin kızarmaması için t cehaletleriyle şöyle bir cümle belirlemişlerdi; “Bu devirde helal kazanan fakirliğe mecburdur abi.”

Yılmaz bazen eve arkadaşlarını getirirdi. Cennet Anne güzel bir sofra hazırlardı onlara. Yiyemediklerini paket yaptırırlardı ve bir şekilde satalardı bu üç karın ağrısı. Cennet Annenin el yazma kuranları, 4 adet burma bilezik, 2 tane tam altın, rahmetli kocasının iki tabancası, 6 Teneke Turşu ve 2 kova salçayı da çalıp satmışlardı bu üç hıyar. Yılmaz adilikte annesini bile tanımıyordu. Annesi de komşulardan onların çaldığını öğrenmişti ama bilmiyor gibi yapıyordu.

Köyün çıkışındaki imara açık geniş arsa satılmıştı. Büyük baş diye nitelendirilmiş, kalın boyunlu cebi dolu bir adam satın almıştı. Bu üç gencin ağzından akan sular adeta köyde bir sel etkisi yaratmıştı.

Naim bey aldığı arsayı 6 ay içinde dev bir villa yaptırdı. Kendi, karısı, bir küçük çocuğu ve iki lüks arabası için ev fazla büyüktü. Güvenlik kamerasıda bu yüzden vardı. Üç serseri otomatik portakal misali serserilikte seviye atlamaya çalışırken Yılmaz’ın aklına bir fikir geldi. Fidye!

Bütün plan aslında hazırdı, evi iki aydır izliyorlardı çocuk okuldan saat ikide geliyordu ve yarım saat sonra kapının önündeki köpek kulübesine mama bırakıyordu. Köpek Dogo Argentino ırkındandı. Köpeği etkisiz hale getirmeye gerek yoktu çünkü köpek zincirle bağlıydı. 

Nisan ayının güzel bir gününü belirlediler. Araba hazırdı, içinde biri bekliyordu, diğer ikiside çocuğu kaçırıp götüreceklerdi. Hesaplamadıkları şey Naim beyin her zaman iş yerine gitmemesiydi. Kameralardan arabayı görüp işkillenen Naim bey, kisa bir telefon görüşmesiyle, arabadaki bekleyenin yanına arka kapıdan başka birilerini gönderdi. Çocuğun yanına gelenler çocukla konusmaya başlarken çocuk tasmayı zincirden ayırdı. Köpek o kadar hızlı saldırıyordu ki Yılmaz ve arkadaşının çığlıklarına Naim bey yetişi.

Üç kişiyi ters kelepçe yaparak bodruma indirdiler. Çocuk annesiyle birlikte yazlığa gönderildi. Naim bey iyi bir ticaret adamıydı. Ölçer, biçer, tartar ona göre karar verirdi. Üç hıyarı iyi ölçmek istiyor, kararı ona göre vermek istiyordu. İlk üç gün yanlarına hiç gitmedi, karanlıkta bırakarak dinlenmeyi ve dinlendirmeyi istedi. Dem önemliydi. Üçüncü gün ıslak havlu ile sorguya başladı. Naim bey cani değildi, saygın biriydi. Sadece kendine haksızlık edilmesine hoşlanmazdı, bunu haketmemişti. Herkesin hakkı verilmeliydi.

Üç gün karanlık ve dört gün ıslak havlu deneyiminden sonra serbest bıraktı. Bırakırkende jandarmaya şikâyet etti. Üç hıyar akşam vakti bitkin bir halde eve koştular, Cennet anne yine bir şeyler olduğunun farkındaydı. Bulgur pilavı vardı. Yanına kabak sulusu ve beş bazlama çıkardı. Yemekleri bitirince üç hıyarın uykusu geldi. Eve girdiklerinden beri toplam dört kelime etmediler hepsi. Sessizlerdi sadece ağız şapırtısı ve ağızdan dökülen bulgurların yere düştüğünde çıkardım minik tıkırtılqr duyuluyordu. Cennet Annede sessizdi, konuşmuyordu. Konuşarak anlayabilecek kişiyle konuşmanın önemli olduğuna inanırdı Cennet Anne. Kendi eşiyle de konuşmazdı çok o yüzden.  

Hepsi bir köşeye kıvrıldı. Cennet anne bir buçuk saat boyunca etrafı temizledi. Yatsı ezanı okunmuştu. Yatsı namazı ve akşam namazının kazasını beraber kıldı. Pencerenin önünde bir süre bekledi Cennet Anne.  Sonra sandalyeye oturup yarın için fasülye doğradı ve kaldırdı. Biraz daha bekledi. Sonra yetmez diye biraz da patlıcan doğradı ve suya koydu. Elinde tesbihi ile uzun süre zikir çekti. Sonra patlıcanların acı suyunu süzdü ve tekrar su ekledi. Ezan okundu, namazı kılıp biraz daha tesbih çekti, sandalyede tekrar oturdu. Vakit geçmiyor gibiydi ama baya geçmişti. Sabahın ilk ışıkları geliyordu. Cennet Annenin yüreği sıkışıyordu. Kalbine Kuran ile huzur vermek istedi. Mutaffin suresinin ilk üç ayetini okudu ve o sırada tahta kapı çok sert biçimde 4 defa yumruklandı. Ev halkı üzerineki yorganlardan sıyrılıp gözlerini ilk olarak kapıya dikti. Oğlu, Cennet Ana’nın gözüne bakıyordu ama Cennet Ana ona bakmıyordu. Yediği boku biliyordu çünkü. Ayağı kalktı ve kapıyı açıp Jandarma’ya eliyle oğlunu gösterdi. Hiç konuşmadı bile. Oğlunun ellerinde kelepçe ile çıkışını izlemedi. Kapıyı kapattı. El yapımı halı ile tahta zeminin buluştuğu noktaya gözyaşı düştü. 

Fasülye ve patlıcanı buzluğa kaldırdı.

Önerilen Yazılar

Article Image

ÇOK GEÇ JALDINIZ...


favorite 2 visibility 16 bookmark
Article Image

Düşkünler


favorite 4 visibility 34 bookmark
Article Image

Olmak İhtimali


favorite 2 visibility 9 bookmark
Article Image

veda


favorite 2 visibility 11 bookmark

Yorumlar